YİNE BİR RÜYA (BABAM DEDİ Kİ, OĞLUM BEN SENİM AMA, SEN BEN DEĞİLSİN. FAZLA DEĞİL, BİR AZCIK BEN OLMAYA ÇALIŞ)

Fahrettin ÖZTOPRAK

Şarkışla Lisesi’ndeyim. Bina ve yer aynı. Şimdiki Ticaret Lisesi. Ama Üniversite. DTCF gibi. Öğrenciler var. Güzel de konuşuyorum, usturuplu. Sınıftan arkadaşlarım da var. Bir nevi sosyetikler. 1973 ve 1974 öğretim yıllarında DTCF’de okurken gibi. Onların dersi varmış. Kızlar benimle konuşan birinin kolunu çekiyor. İçeri giriyorlar. Yaşım 62 imiş. Halen okuyormuşum. Ben derse girmiyorum. Üniversite’deki haylazlığım demek ki burada da devam ediyor. Girdikleri sınıf Şarkışla Lisesi’nde okurken İyecikli Mustafa Demir’in abisi Katip’in odası. Ben müdüriyetin kapısının önündeki geniş koridordayım. L şeklinin alt kısmı. Dönüp uzunlamasına yürüyorum. Lise ile Cumhuriyet İlkokulu arasında bir çıkış kapısı varmış. Biz okurken böyle bir şey yoktu. Hayret doğrusu. Burası L şeklin alt kısmına paralel. Karşıda, hemen hafif sağda. Öncekinden daha uzun koridoru var. Merdivenle de yukarı kata çıkılıyor. Kapıdan çıkarken arama yapan polisleri fark ediyorum. Elimde bir çanta yahut torba gibi bir şey varmış. Cebimde güzel bir tabanca. Gerçek. Polisleri görünce duruyorum. Tabancayı bulacaklarından korkuyorum. İçime doğuyor işte. Böyle düşünüyorum. Yanımda bir arkadaşım varmış. Ben dönüyorum. Çok uzun koridorda yürüyüp, sağda ve orta kısımda bulunan o zamanki lisenin kapısından bahçeye çıkıyorum. Meydanlık o günkü gibi geniş. Yalnız etrafını telle çevirmişler. Okul dışına çıkmak için bir yer arıyorum. O sırada biri bana doğru Fahrettin Cibir gibi kendi kendine ekleme isimler söyleyerek geliyor. Kuzey yönüne yürüyorum. Tellerin arasında tilkilerin, köpeklerin ve kedileri geçtiği gibi yerler varmış. Birinden geçmek istiyorum. Kendimi yine başladığım yerde, L koridorda buluyorum. L köşesinin orada, sağda öğretmenler varmış. Oturmuş, konuşuyorlar. Benim Ankara’da Şarkışlalı Ülkücü arkadaşlarım. Biri Ülkü Köy’de birlikte görev yaptığım Ziya Doğan. Öbürü Ahmet Turan Günaltay. Bir iki tane daha ülkücü arkadaşım öğretmen var. Ziya Doğan şimdiki Şarkışla Ticaret Lisesi’nin 10-15 yıl kadar önce müdürüydü. Onlar bir sınıf kapısında, L kıvrımının köşesinde oturmuş sohbet ediyorlar. Yanlarından geçerken onlara, “Cebimde tabancam vardı, kapıdan geçemedim, çekindim” diyorum. Bu kadar. Önceki gibi aynı şekilde yürüyüp, Cumhuriyet İlkokulu kapısına bakmadan geçiyorum. Bahçeye çıktığım kapıdan da çıkıyorum. Giderken birini görüyorum. Bu bir az da bizim Şarkışla Lisesi’ndeki Katip’e benziyor. Fahrettin Öztoprak diye kendi kendine tekrarlayıp duruyor. Yani benim ismimi. Sanki ona tembih etmişler de, hatırlamak, unutmamak için ikide bir söylüyor gibi. Daha önce Acısu, yani yol tarafından, karşıdan değil de, bu sefer sol yani yan tarafımdan, batı yönünde insanların geçeceği şekilde bir teli aralayıp dışarı çıkıyorum. Burası Şarkışla Lisesi’nde okurken tarlalar tarafı. Nedim Öztürk’gilin evinin önünden bir sokak aralığı geçiyormuş. Ama bu sokak görünüş itibariyle Ahmet Oğuz’gilin evinin önü gibi. Güney tarafına ilerliyor. Geçerken birden iki kişi görüyorum. İkisi de birbirine benziyor, Biri Kastamonu’da Türk Ülkücüleri Teşkilatı’nın kurucularından Hüseyin. “Sen misin” diyorum. Evet, benim diyor. “Beni hatırladın mı” diyorum. “Hatırladım, hani beni dövmüştün ya, ben de başımı alıp memlekete dönmüştüm” diyor. “Evet” diyorum. “O kadar acım varken, yine de seninle uğraştım. Hafızanı kaybetmiştin. Kendinde değildin. Yaşayan ölü gibiydin. Seni iyileştirdim” diyor. Sokak aralarından yürüyoruz. Ama yürüdüğümüz bu yol, bizim lise tarafından bir hamam var, onun alt kısmından geçen sokak. Şimdi ise kuzeydoğuya, Elmalı köyü tarafına doğru. Ama sanki Ahmet Oğuz’gilin evinin önünde lise tarafına gelirken, Bekir ve Hasan Bölücek’lerin evinin önünden, yukarısında geçen yoldan gidiyoruz gibi. Giderken birden ileride, İstasyon caddesine az kala polislerin arama yaptığını görüyoruz. Çantam ve içindekiler Hüseyin’gilin evinin önünde kalmış, aklıma geliyor. “Tabancam var, oradan geçmeyelim” diyorum. “Tamam” diyorlar. Sağa doğru bir boşluk var. Oraya sapıyoruz. Şarkışla’daki ikinci hamamın o taraftan geçen dar sokaktan, doğu yönüne yürüyoruz. Kemal Toprak’ların binasında oturmuştuk. O tarafa yürürken, Mustafa Kızılyazı’gilin evine varmadan üçüncü polis aramasına takılıyorum. Hüseyin’gil yok olmuş. Tek başınayım. Tabanca elimde. Ama elbisemin kolunun arasına namlusunu sokmuşum, görünmüyor. Polis üstümü arıyor. Tabi ki tabancayı bulamıyor. Böylece ben bir şeyi nasıl saklayacağımı da böylelikle öğrenmiş oluyorum. Polislerin yanından uzaklaşmıştım ki, arkadan birinin seslenmesini duyuyorum. Bu arama yapanların bir az ilerisindeki polis. “Elinde bir şey var, nedir” diye soruyor. Ben de, “Bir şey yok” diyorum. “Tabanca değil mi” diyor. Elinde bir karton kutu var. İçine yakaladığı tabancaları korken görüyorum. Tabi benimki duruyor. Yanına varıp, “Peki, nasıl anladın” diyorum. Elinde kabzasını gördüm diyor. Ona, “Sen bizim akraba değil misin” diyorum. “Evet, benim” diyor. Bizim akrabalardan Neslihan Öztoprak’ın kardeşi, Mersin’de polislik yapan Remzi Öztoprak olacak, sanırım. “Peki, ebem nerede, onun evini, oturduğu yeri biliyor musun” diyorum. Mustafa Kızılyazı’gilin önündeki sokağı geçmişiz. Bizim akraba polisin evi burada imiş. Hani, Balyoz davasında tutuklanıp sorgulanan Albay Ali İhsan Çuhudaroğlu’nun evlerinin biraz berisi, yol üstünde. “Biliyorum” diyor. “Tarif et” diyorum. Buradan yukarı çıkacaksın. Yani, Kemal Toprak’gilin binasının önüne demek istiyor. “Geçeceksin. Yukarıda. Öbür tarafta, Yukarı mahalle başında” diyor. Lisede okurken ebem ve dedem, 200 metre kadar yukarıda, Kemal Toprak’gilin evinin yanındaki Kifayet’gilin evinde oturmuştular. Sonra 1974 yılında kaleye, hastaneye yakın bir evde, üst katta kalmıştılar. Orada bir süre yanlarında kalmıştım. Ancak bu adres akrabam polisle konuşurken aklıma gelmedi. “O zaman adresi bir kağıta yaz, ver” diyorum. Ufak çocuklar kağıt gibi yufka ekmek parçası veriyorlar. Dizime koyup yazmak istiyorum. Tam o anda; şimdi iki mısrası aklımda:

“Gün seninle aramızda
Kavuşmamız kısmet imiş”

Dört mısralık bir şarkı tutturuyorum. O kadar güzel sesim var ki. Orhan Gencebay gibi. Hatta onun sesinden de güzel. Benim sesim daha yumuşak. Tiz değil. Ben söylerken akrabam polis de bana hafif bir sesle eşlik ediyor. Mahalleli ve çocuklar toplanmış benim söylediğim bu şarkıyı dinliyor. Bestesi de şu an aklımda. Uyandım. Sabah olmuş, gün ışımaya başlamıştı. Bilgisayarın başına geçip bu gördüğüm rüyayı yazdım.
Yorumu: Sanırım, öbür dünyaya gitmem yakın.
Evet, benim ölümüm böyle. Şiirlerle, bestelerle, şarkılarla. Öyle Kuran ayetleri ve dualarla değil. Boşuna ben “Benim uçmağa varıken kelime-i şehadetim, ‘Tengri teg tengride bolmuş Türk Bilge Kağan olacak” demiyorum. Bunu cok iyi biliyor da öyle diyorum. Ölümüm çok yaklaştı. Zaten 2016 yılı ezelden takdir edilmiş. Levh-i Mahfuz’da bu var. Gördüm. Ardışık sayıların toplamında da bu var. 63 rakamında olduğu gibi. Ebem Meryem Öztoprak’a kavuşacağım. Benim varacağım yer onun 1988 yılında vardığı yer. Babam da onun yanında. Yan yana yatıyorlar. Hani, bizim Ülkücülerin bir filmi vardı ya, Güneş Ne Zaman Doğacak. Ebemin vefatından bir yıl sonraydı, sanırım. Kasaba evlerinden bir evdi gördüğüm, tek katlı. Tek başına bir ev. Ama güzel. O evin önüne güneş vurmuş. Isıtıyor. Öyle bir güneş ki, tarifsiz. Evin önündeyim. Ebemin evi imiş. Orada kalıyormuşum._14/02/2016

Adana Olay Haber

Gününü oturarak geçirende ölüm riski daha fazla!

Her yaşta hareket kronik hastalıkları önlüyor
Teknolojinin getirdiği kolaylıklar, hayatımızdan çıkmayan televizyon ve internet, daha az hareket etmemize neden oluyor. Sürekli ve uzun süre oturmanın obezite ve tip 2 diyabet gibi kronik hastalıklara zemin hazırladığını belirten uzmanlar, fiziksel aktivitenin en az seviyede olduğu hareketsiz yaşam tarzından uzaklaşılması gerektiği uyarısında bulunuyor. Her yaşa uygun aktivite şekli ise her zaman mümkün.
Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi (SABİF) Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölüm Başkanı Doç. Dr. Defne Kaya, günümüzde en çok rastlanan sağlık sorunlarının hareketsiz hayat tarzıyla bağlantılı olduğuna dikkat çekti. Doç. Dr. Kaya, şöyle konuştu:“Hareketsiz bir yaşam, sürekli ve uzun süre oturmak, obezite, tip 2 diyabet, kanser ve prematüre ölümlere neden olmaktadır. Gün içinde uzun süre sabit pozisyonda oturma, vücudun kan şekeri ve kan basıncını düzenleyen metabolizmayı yavaşlatarak vücudu aşırı yağlandırır.

Oturmak şeker ve kalp hastalıkları riski artıyor
Günümüz insanı uyanık olduğu zamanın 7 ila 10 saatini, televizyon veya bilgisayar karşısında, araba ya da toplu taşımada geçirmektedir, ev ödevi yaparken ve okurken geçirdiği zamanı da oturur ya da yatar pozisyonda harcamaktadır.
Gününü oturarak geçiren 800 bin kişi üzerinde yapılan bir araştırma, bu kişilerde diyabet %112, kalp-damar problemleri %147, kalp problemleri nedeniyle ölüm %90 ve başka nedenlerden ölüm riskinin %49 arttığını göstermiştir.”

Her 30 dakikada bir yerinizden kalkın
Uzun süre oturarak çalışan kişilerin iş sonrası ve hafta sonu düzenli egzersiz yapmasının bu riskleri azaltabileceğini belirten Doç. Dr. Defne Kaya, “Haftada bir kaç kez günlük 30-45 dakika egzersiz yapan bir kişi geri kalan tüm zamanını oturarak geçiriyorsa hala sedanter (fiziksel aktivitenin minimum seviyede olduğu, hareketsiz yaşam tarzı) sayılmaktadır. Sabit pozisyonda uzun süre çalışan kişilerin çalışma sırasında oturmaya her 30 dakikada bir “1-2 dakika” ara vermesi önerilmektedir.

Fiziksel aktivitenizi artırın
Haftada en az 150 dakikayı egzersiz/ fiziksel aktiviteye ayırmak kadar, gün içinde oturur ve yatar pozisyonda harcadığımız zamanı da azaltmamız gerekir. Fiziksel ve kassal aktivite azaldığında, vücut şalterleri indirerek kalp damar sistemi hastalıklarına, kemik kaybına ve kas zayıflığına zemin hazırlamış olur. Özellikle çocukluk çağı obezitesini önlemek için çocukların gün içinde bir ya da iki saatten fazla sabit bir pozisyonda oturmasına izin verilmemelidir.” dedi.

Her yaşa uygun aktivite var
Hareketsiz yaşama karşı mutlaka yapılacak şeyler olduğu hatırlatmasını yapan Doç. Dr. Defne Kaya, her yaşa uygun aktivitenin mümkün olduğunu belirterek şu önerilerde bulundu:Beş yaş altında: TV, tablet karşısında, arabada sabit pozisyonda geçirilen zaman kısıtlanmalıdır. Fiziksel aktivite alışkanlığının bu yaşlarda kazanıldığı, fiziksel aktivite seviyesinin düşünce ve bilişsel gelişim seviyesini doğrudan etkilediği unutulmamalıdır. Çocukların düşünce ve duygu dünyası aktif oyunla gelişir. Yoğun çalışan ebeveynlerin çocuklarını hafta sonunda doğaya temiz havada oyun yerine alışveriş merkezlerine götürmeyi tercih etmesi de giderek artan talihsiz bir alışkanlıktır.
Çocuk ve gençler: 5-18 yaş arasındakilerin günümüzde TV, tablet ve bilgisayar başında geçirdikleri süre trajik şekilde artmaktadır. Bazı öneriler:
* “Ekran başı” zamanını kısıtlayın
* TV ve bilgisayarsız yatak odaları oluşturun
* Ekran başında olunmadığı saatlerde aktif olmaları için oyun ve/veya spora yönlendirin.
* Ev içindeki masayı toplamak, çöpleri atmak gibi hareket gerektiren işlerden sorumlu olsunlar.
* Scooter, top, paten, bisiklet gibi onları harekete teşvik edecek hediyeler tercih edin.
Haber Merkezi

Posof Sınır Gazetesi